Şimdi geri dönüp baktığımda iyi ki yapmışsın be Naci diyorum.
Bazıları için gelinen nokta tesadüf olabilir ama bu pek çok insan gibi benim için de tesadüfi değildir. 2000 yılında başladığım üniversite hayatımın birinci sınıfında mesleğimin geleceğini sorgulamaya başlamıştım. Onlarca ağır teorik derslerin, onlarca teoremlerin ispatının gerçek hayatta bir karşılığı olmalıydı. Mezun olunca bankacı, o zamanki adıyla Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) çatısı altında çalışma ya da anketörlük yapma gibi bir ufuk çizgisinin benim için yeterli olmadığını anladığım yıllardı.
Birinci sınıfın yazıydı. Memleketime gitmiş, ailemle hasret gidermiş ve köy meydanında akrabamızın büyüğü Ahmet amca ile konuşurken sarsıldığım o günü unutmam mümkün değil. Bizim oraların ağzıyla “Naci, Samsun’a ne ediysun?” diye sormuştu bana. “Okuyrum ne edeyim Ahmet amca” dedikten sonra “Ne okuysun ula?” dedi. “İstatistik okuyrum Ahmet amca” cevabından sonraki “Ne iş yapar ula olar?” sorusundan sonra verecek cevap bulamamıştım. 1 yıl boyunca bilmem kaç kredilik dersler al, onlarca teoremleri ispatla ama Ahmet amcaya ne iş yaptığını anlatama. Hatta o derece başarılı ol ki bu konuda, annen seni yıllarca “benim oğlum matematik öğretmeni olacak” diye lanse etsin.
İkinci sınıfın başlarında mesleğimin geleceğini sorgulama duygusu daha da alevlendi. Benim sadece üniversitede olmamam lazım, ben aynı zamanda şehirde, sanayide, bir ekmek fırınında, özel bir hastanede ya da bir tüpçünün yanında olmam lazım diye söylendim durdum. İlk işim bir kartvizit bastırmak oldu. İstatistikçi Naci MURAT diye yazdırdım ve üniversiteyi kazandığım için teyzem ile eniştemin bana hediye ettiği Nokia 3310 telefonumda yer alan SIM kartın numarasını da kartvizitime yazdım. Samsun’da öncelikle Mecidiye ’de dolaşmaya başladım. Esnafların dükkânına giriyor, istatistikçiyim eğer yardıma ihtiyacınız olursa beni arayın lütfen diye kartvizit bırakıyordum. “Ne iş yaparsın?” dediklerinde de Excel’den çok iyi anlarım cevabını veriyordum. Ne kadar kötü bir durum değil mi? Hala ne iş yaptığını bilmemek. Hiç unutmam bir tüpçü ile tanıştım ve biraz samimiyetimiz oluşmaya başladı. Sürekli olarak her akşam kaç dolu kaç boş tüp olduğunu sayması ve bu rakamları deftere yazarak günlük hasılatını hesaplaması gerekiyordu. “Abi bu iş çok uzun ben sana program yapayım mı?” dediğim de çok sevinmişti. Saniyeler içerisinde günlük kasanı yaparsın dedim ve ilk işimi almış oldum. O zamanın parasıyla bir özel yurt aylık taksitinin yaklaşık 5 katı kadar bir para ile Microsoft Excel’de oluşturduğum 32 sayfalık Ocak Muhasebe isimli çalışmayı kendisine teslim ettim. Her bir güne ait satışları ilgili sayfaya yazdığında hücrelerin içerisinde yazdığım 4 işlem formülleri ile gün sonu boş dolu hesabını yaptırıyor ve satılan tüp adeti ile birim fiyatı da çarptırıyordum J Şubat ayı geldiğinde “şimdi ne yapacağız?” diye beni Nokia 3310 cep telefonumdan aradı. Abi sana şubat modülünü yapmamız lazım dedim ve ocak ayından birkaç sayfa silerek “Şubat Muhasebe” ismiyle kaydettiğim Excel dosyasını tekrardan kendisine sattım. Nisan ayında Nokia 3310 cep telefonum çalmaz oldu. Bu sefer ben kendisini aradım ve “abi bu ay bir şeyler yapmayacak mıyız?” diye sordum. Hallettim oğlum, sayfa ekle sili ben de öğrendim. Bundan sonra kendim hallederim dediJ
Her zaman hatıralarımda Samsun Organize Sanayi bölgesinde dolaşırken köpeklerin beni kovalaması tatlı bir anı olarak kalacaktır. Aslında onlar bugün geldiğim noktanın ilk adımlarıydı. Evet, sanayi sitelerine gidip kartvizit dağıtmaya devam ediyordum. Hayatımda ilk kez o gün KOSGEB diye bir kurumun olduğunu, sanayinin içerisinde yer alan firmaların bağlı bulundukları bir Sanayi Odasının olduğunu ve hatta sanayi müdürlüğünün olduğunu öğrendim. İyi ki o bölgelere öğrencilik yıllarımda gitmişim. Ne sorduysam cevap aldığım, cevabını veremediğim sorular karşısında aşağılanmadığım hatta “gitmeyin oğlum çocuğun üzerine, daha bitirmedi okulu” diye savunulduğum o güzel günleri iyi ki yaşamışım. 2001 yılında öğrendiğim KOSGEB’in yolunu uzun yıllar sonra tekrar aşındıracağım ve AR-GE ve İnovasyon programı kapsamında 150bin ₺ lik bir proje yazacağım aklımın ucundan geçmişti valla.
Üniversiteyi bitirir bitirmez hemen yüksek lisansa başladım. Şirket kurma hayali ile yanıp tutuşan ben yüksek lisans danışmanına ortaklık teklifi götürmüş ve Samsun Cumhuriyet meydanında 390 TL aylık kirası olan bir ofis tutmuştuk. İlk hedef harika bir bilgisayar laboratuvarı kurmak ve SPSS eğitimleri vermekti. Ama Allah inandırsın ben bile o dönemde SPSS programını bilmiyordum. İlk eğitimde programı öğreneceğime dair kendime ve hocama söz vermiştim. Okulda görmüş olduğunuz bilgi ile (ki o dönemlerde bir bilgisayara 15 kişinin düştüğünü varsayarsak) bir arpa boyu yol alma şansım ne yazık ki yoktu. İlk eğitimde soru yağmuruna tutuldum ama cevabını bilmediğim bu sorulara karşılık “onlar ilerinin konuları arkadaşlar” diyerek geçiştirmişliğim çok olmuştur. Hatta derslerde hocalarıma soru sorduğumda “o ilerinin konusu” dediklerinde içten içe gülerdim. Acaba bu da mı benim gibi konuyu bilmiyor diye düşünmedim desem yalandır. Kıt imkanlar ile zorda kalındığında bir programın nasıl günler içerisinde öğrenilebileceğini tecrübe etmiştim. Şimdi ülkemizin dört bir yanında eğitimler verebiliyorsam, o gün zor şartlarda öğrendiğim bilgiye çok şey borçluyum.
Çok güzel işler yapmıştık o yıllarda. Pek çok belediyenin anket çalışmalarını, Sağlık Bakanlığı’nın ihalelerine girerek performans ölçme değerlendirme hizmet alımlarını, Samsun Ticaret ve Sanayi Odası üye memnuniyet çalışmalarını, Samsun Valiliği İmalat Sanayi Envanter Çalışması, Samsun Makine Mühendisler Odası tarafından düzenlenen Ulusal Tıbbi Cihaz İmalat Sanayi Kongre ve Sergisi için Orta Karadeniz Bölgesinde Bulunan Sağlık Kuruluşlarının Kullanmış Oldukları Tıbbi Cihazların Ayar ve Kalibrasyonu gibi yüzlerce çalışmaya imza attığımız sahada yoğrulduğumuz güzel yıllardı.
2010 yılı itibariyle üniversitede Öğretim Görevlisi kadrosuna atanınca firmayı kapatmak zorunda kaldık. Aslında kapanmasını hiç istemedim ama hocam devam etmek istemediğini belirtince ben de kapatmanın daha mantıklı olacağını düşündüm ve kapattık. Ama içimde bir yara olarak kalmıştır firmanın kapatma işlemleri.
Üniversitede akademik hayata başlamanın, üretmiş olduğunuz bilginin ticarileşmesi, üniversite sanayi iş birliğinin ölmesine engel olmayacağını tam aksine ciddi bir avantaj olduğunu düşünerekten 2014 yılında KOSGEB başvurusunda bulundum. Kabul edilen projem ile Samsun Teknopark bünyesinde içimdeki yarayı tamir edecek olan oluşumu yeniden başlatma imkanına sahip oldum.
2 satırda özetlemek ne kadar kolay değil mi? Kapattım, KOSGEB’e proje verdim ve firmayı kurdum. Dilde kolay derler ya, benimki de o misal. KOSGEB projesi bir birikimin sonucundaki patlamaydı. Uzun yıllar boyunca sektörü tanımak, piyasayı koklamak ve insanların neye ihtiyacı olduğunu tespit etmenin sonucu ortaya çıkan bir üründü.
Akademik çalışma yapan insanların tamamı tez ve makalelerinde veri analizi yaptırmak zorundaydı. Prof. Dr. Yüksek BEK hocamdan duydum ve kendisinin ne kadar yoğun olduğunu kulaklarımla işittim. Hocam bu kadar yoğunsa ve inan yetişemiyorum, randevu ile çalışıyorum dediyse burada ekmek vardır dedim ve bir flash belleğe attığım SPSS programı ile tıp fakültesinde oda oda gezmeye başladım. Bohçacı geldi hanııııım kıvamında veri analizi için “istatistikçi geldi” ‘ye dönmüştüm. Asistan odalarını ziyaret ettim, ihtiyaçlarını dinledim, pek çok hocaya ücretsiz veri analizi yaptım ki asistanlarını bana yönlendirsinler diye. İlaç mümessilleri ile kapılarda beklediğim zamanlar azımsanamayacak kadar çoktur. Derdimiz ortaktı onlarla aslında. Herkes kendi ürününü satmaya çalışıyorduJ
Birkaç kişiye veri analizi hizmeti verince kartopu etkisi ile hızla yayılmaya başladı. İnsanların benden isteklerini not ettim. Analiz sonuçlarını ne kadar zamanda teslim edersin? Hocam sadece tabloları yapmanızı istiyor, yorumu kendisi yapacakmış diyenleri kaydettim. Hocamın çok selamı var çalışmayı çok beğendi, ek olarak şunu da yapar mısınız diyenlerin tamamını yazdım bir kenara. Bu isteklerin tamamını yönetmek o kadar zor olmaya başladı ki anlatamam. Bir iki kişi ile uğraşmak problem değil de sayıları arttıkça işler problem olmaya başladı. Bir de artık veresiye çalışmaktan bıkmıştım. Analizi yapıyorsun akabinde kimse telefonlarına bakmaz oluyor. Bu iş peşin olmalı dedim kendi kendime. Yazdım KOSGEB projesini, sahada elde ettiğim tüm tecrübeleri bir butona dönüştürerek Türkiye’nin ilk ve tek online istatistik otomasyonunu hayata geçirmiş oldum. Ülkemizde yaklaşık o dönemde 120bin akademisyen vardı. Her biri veri analizi için istatistikçi ile yan yana gelmek zorundaydı ve ortalama 5 saatlik bir vakti birlikte öldürüyorlardı. Bu da 600 bin saat, 25 bin gün, 69 yıl gibi bir süreye karşılık gelmekteydi. Oysa geliştirdiğim otomasyon ile veri yükleme ve talepte bulunma sadece 5 dakikaydı. Bir de kullanıcılara parasını veriyorsun, hesabını sorabilirsin imkânı sunmuş olduk. Önceden herkes hatır gönül işi analiz yaptırdığı için ikinci kez gidip bir ricada daha bulunamıyordu. Çok kez duymuşumdur arkadaşlarımdan, keşke parasını versek de rahat rahat sıkılmadan gidip sorularımızı sorsak diye.
İşte sahayı gözlemleyerek çıkmış olduğum bu yolda, sayısını unuttuğumuz kadar tez ve makalenin veri analizi süreçlerinde görev aldık. Sayısız dernek, resmi kurum, Tıp ve Diş hekimliği fakülteleri ile TEI, Medicalpark, Sanovel, OTAT, Sarelle markasının sahibi Sanset Gıda gibi onlarca kuruluşa veri analizi eğitimleri verdik. 12 akademisyen, 3 yazılımcı ve 3 proje yöneticisi arkadaşım ile eistatistik.com’u geliştirmeye devam ediyorum. Halen Samsun Teknopark bünyesinde 4.projemizi yürütmenin gururu ile akademisyenler için çözüm üretmeye devam.
Bu süreç içerisinde iki cümleyi kendime rehber edinmiştim. Ya yeni bir şey yapmalıyım ya da yapılanı farklı yapmalıyım. Hiçbir zaman ben de onun yaptığını yaparım demedim. Hiçbir zaman AR-GE kavramını “Arakla-Getir” olarak yorumlamadım. Kendimden bir ruh kattım işime. Onlar yapıyorsa ben daha iyisini yaparım dedim (bu arada otomasyon da yoktu ve kimse de bunu yapmıyordu özellikle vurgulamak isterim).
Sadece KOSGEB desteği alarak, bir web sayfası kurarak bu işin patlayacağını ve hızlıca yayılacağını hiçbir zaman hayal etmedim. Ciddi uykusuz gecelerin, sayısız seyahatlerin ve sınırsız telefon trafiğinin beni ne kadar yoracak olduğunun farkındaydım. Akşam saat 5 dediğinde memuriyetinin bittiğini ama asıl profesyonel hayatın 17.00-23.59 arasında sıkışmış bir 24 saatlik dilim olacağını biliyordum. Tek kişilik dev bir kadro ile çıkmıştım yola. Kazancımın tamamını sisteme yatırıyordum. Sistem ne kadar güçlü olursa ben de o kadar güçlü olacaktım. Tüm kontrol mekanizmalarını bir yönetici paneline toplayarak, gün içerisinde karşılaştığım tüm istek ve zorlukları tek bir butonla çözmenin derdindeydim. Yavaş ve kontrollü büyümenin inancını her zaman damarlarımda hissetmişimdir. Hadi neden patlatmıyorsun reklamları, niye hala beklemedesin, daha ne yapacaksın gibi hiçbir gaza gelmedim. Kontrolü elden bırakmadan, şımarmadan, müşteriyi mutsuz etmeden, sistemi gerçek piyasa şartlarında kontrollü deneyerek adım adım ilerledim. “İki günü birbirine denk olan ziyandadır” düsturu ile bir önceki gün yaptığım hiçbir analizi beğenmedim ve raporlama süreçlerinde bile inovasyona inanarak hareket ettim.
Okulda öğrencilerime ne anlattıysam, akşam evde ya da ofisimde firmamda denedim. Bilimsel temeller üzerine inşa ettim ve günü kurtarmanın derdinde olmayıp 2050 yılında bu işletme hangi ihtiyaçlara nasıl cevaplar verecek diye hayal ettim. Bugün yapay zekâ destekli, kendi kendine analiz süreçlerine karar veren, istenilen formatta otomatik raporlama yapabilen bir sistemin ayakta olması gelecek adına beni daha da heyecanlandırmaktadır.
İstatistik hayatın her alanında sloganıyla çıktığım bu yolda eistatistik.com üzerinden istatistiğe ihtiyaç duyan herkesin hizmet alacağı güne kadar çalışmaya devam edeceğim. Ondan sonrası mı? Belki bir gün yine konuşuruz…
MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ / ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ
Dr. Öğretim Üyesi NACİ MURAT